Kendimi bildim bileli uyumanın becerebildiğim bir şey olmadığına inanmış ve insanların, tahmin ettiklerinden çok daha az bir uyku süresi ile idare edebileceklerini savunmuşumdur. Yatakta olduğum sırada sokakta yürüyor olan herhangi birinin kuşları bile ürkütmeyecek şiddetteki adım sesleri ya da yeni günün henüz cılız olan ilk ışıkları bile beni uyandırmaya fazlasıyla yeterlidir. Buna benzer dış dünya etkenlerinden soyutlanmayı zaman zaman başarıyor olsam da, bu sefer de geçmişimdeki yanlışlarımı hatırlatıp sorgulamama sebep olan öfke, çaresizlik ve utanç kokan sinsi rüyaları hemen ensemde hisseder ve kendimi uyumanın zannedildiği kadar masum bir eylem olmadığı çıkarımı ile baş başa bulurum.
Yine uykunun bana olabildiğince uzak olduğu gecelerin birinde bedenimi, evimin çevresini saran mükemmel doğanın içinde o günün değerlendirmesini yaparken buldum. Böylece gün boyunca maruz kaldığım husursuz insan ilişkilerini bir süreliğine unutuyor ve sadece kendime vakit ayırıyordum. Hayatımda olan insanlar ve onlara karşı hissettiğim tüm duyguların gelip geçici şeyler olduklarının bilincindeydim. Ancak yalnızlığa karşı duyduğum korkaklık, doğru olduğunu düşündüğüm tercihlerimin önüne geçiyor ve beni her seferinde yaşamın içinde bir yerlere sürüklüyordu.
O Temmuz gecesi dışarıda epey vakit geçirmiş olmalıydım ki, evimi gecenin koyu karanlığında gizlenmiş hâlde buldum. Birlikte yaşadığım kişi en sonunda beni beklemekten vazgeçmiş ve uykunun tehlikeleri kollarına çoktan atılmıştı. Size ondan sevgilim ya da bir arkadaşım olarak bahsetmeyi isterdim ama benim için yalnızca bir görüntüden ibaretti. Bu duygusuzluğum zaman zaman ruhumu acıtsa da alışmayı başarabilmiştim. Her insan değişiyordu, aksini söyleyen, sahip olduğu sisli düşüncelerden dolayı benliğinin aldığı yeni şekli göremiyor olmalıydı.
Birkaç saatlik dinlenmeden sonra odanın sıcaklığından rahatsız olmuş bir vaziyette uyandım. Ses çıkarmamaya gayret ederek, dilediğim zaman ayağa kalkıp kapıya gidebileceğim şekilde yatağımda doğruldum. Keskin parfüm kokusunun da etkisiyle, başımı yana doğru çevirdim. Göze hitap eden kıvrımlı vücudu, en sevdiği renkteki sabahlığı ve güneş ışığı altında kızıl bir görsel zenginlik sunan kumral saçlarıyla varlığını işte burada, yanımda sürdürüyordu. İlişkimizin belli bir adının olmaması besbelli canını sıkıyordu ama beni sevip değer verdiğini birlikte geçirdiğimiz kısa süreli anlarda hissedebiliyordum. Bir parçası olduğum hayalleri, gerçekleşmesi için çaba gösterdiği planları vardı. Fakat bir kimse için ölüm olanın, diğerinin gözünde aynı değeri ifade etmeyebildiğini farkettiğinden beri tüm iletişimi kendi üzerine olan ve yaşamanın hüznünü bir giysi gibi sürekli üzerinde taşıyan biri için tüm bunlar gülüp geçilecek, herhangi bir değer ifade etmeyen uğraşlardı.
Gözlerim farkında olmadan belirli bir noktaya dalmış ve odadaki tek ses bir süreliğine güçlü kalp atışlarım olmuştu. Aklımda nereye gideceğime dair hiçbir fikir olmamasına rağmen ayağa kalkarak duvardaki eski tabloyu geride bıraktım. Kapıyı araladığım sırada duyduğum bir mırıltı son kez geriye bakmama sebep oldu. Hiçbir şey söylemiyor, çaresiz bir ifadeyle sadece bana doğru bakıyordu. Bu zamana kadar cümlelerimde farkedemediği yaşama olan uzaklığımı, ilk defa gözlerimdeki umutsuz bakışlarımda bulmuş olmalıydı. Tek bir kelimenin pek çok şeyi değiştirebileceği o anda sessiz kalmayı tercih edip dışarıya çıkarken, hıçkırıklarla sık sık bölünen ağlamaların her bir büyük adımımda biraz daha şiddetlendiğini duyuyordum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder