1) Yedinci Mühür (The Seventh Seal) / 16 Şubat 1957:
“İnanç taşıması zor bir yüktür. Ne kadar yüksek sesle çağırırsan çağır, karanlıktan sıyrılıp hiç gelmeyen birini sevmek gibi.”
2) Yaban Çilekleri (Wild Strawberries) / 26 Aralık 1957:
“İnsanlarla olan ilişkimiz, temelde en yakınlarımızın karakter ve davranışlarını tartışıp değerlendirmekten ibarettir. Bu durum, benim, sosyal hayat denen şeyle arama gönüllü bir mesafe koymama yol açtı.”
3)Persona (Persona) / 18 Ekim 1966:
“Benim anlamadığımı mı sanıyorsun? Var olmak denilen o umutsuz düşü… Olur gibi görünmek değil, var olmak. Her an bilinçli, tetikte… Aynı zamanda başkalarının huzurundaki varlığınla kendi içindeki varlık arasındaki o yarılma... Baş dönmesi ve gerçek yüzünün açığa çıkarılması için o bitimsiz açlık… Ele geçirilmek, eksiltilmek ve hatta belki de yok edilmek… Her kelime yalan… Her jest sahte… Her gülümseme yalnızca bir yüz hareketi… İntihar etmek? Hayır. Fazlasıyla iğrenç… İnsan yapamaz ama hareketsiz kalabilir, susabilir. Hiç değilse o zaman yalan söylemez. Perdelerini indirip, içine dönebilir. O zaman rol yapmaya gerek kalmaz, bir kaç farklı yüz taşımaya ya da sahte jestlere. Böyle olduğuna inanır insan. Ama gördüğün gibi gerçeklik bizimle dalga geçer. Sığınağın yeterince sağlam değil. Her tarafından yaşam parçaları sızıyor ve tepki vermeye zorlanıyorsun. Kimse gerçek mi yoksa sahte mi diye sorgulamıyor. Kimse sen gerçek misin yoksa yalan mısın demiyor. Bu sorunun yalnızca tiyatroda bir önemi olabilir. Belki orada bile değil. Seni anlıyorum Elisabeth, susmanı anlıyorum. Hareket etmemeni anlıyorum. İsteksizliğini fantastik bir sisteme bağlamışsın. Anlıyor ve hayranlık duyuyorum. Bitene kadar bu oyunu oynamalısın. Ancak o zaman bırakabilirsin. Tıpkı diğer rollerini bıraktığın gibi bunu da yavaş yavaş bırakırsın.”
4) Kış Işığı (Winter Light) / 11 Şubat 1963:
“Bu kadar karmaşık bir şekilde konuştuğum için beni affet, ama bunlar aniden vurdu beni. Tanrı yoksa bu bir fark yaratır mı? Hayat anlaşılır olurdu. Ne rahatlama. Ama ölüm de hayatın kaybolması demek olurdu. Vücudun ve ruhun çözülmesi. Acımasızlık, yalnızlık ve korku... Hepsi doğrudan ve şeffaf olurdu. Acı çekmek anlaşılmazdır, bu yüzden açıklanması gerekmez. Yaratıcı yok. Hayatı devam ettiren yok. Bir tasarım yok... Tanrım... Neden beni bıraktın?”
5) Bir Evlilikten Manzaralar (Scenes from a Marriage) 11 Nisan 1973:
“Bayağı gelse de bir şey söyleyeceğim. Biz duygusal açıdan çok cahiliz. Bize anatomi, Pretoria'daki tarım, hipotenüsün karesinin dik kenarların karelerinin toplamına eşit olduğu gibi her tür haltı öğrettiler. Ama insan ruhuna ilişkin tek bir şey öğrenmedik. Kendimiz ve başkaları hakkında kara cahiliz.”
![]() |
“Karmaşık bir doğum süreci olan film, benzerlerime, insanlara söylemek istediğim şeyleri söyleme yöntemimdir.“ |
6) Aynanın İçinden (Through a Glass Darkly) 16 Ekim 1961:
“Görüyorsun Karin, insan büyülü bir çember çiziyor çevresine ve kendi gizli oyunlarına uymayan her şeyi bu çemberin dışında bırakıyor. Yaşam bu çemberi aştığı zaman, oyunlar küçük, karanlık ve gülünç oluyor. O zaman kişi yeni çemberler çiziyor kendine ve yeni bir sığınak kuruyor.”
7) Utanç (Shame) 29 Eylül 1968:
“Bazen her şey tıpkı bir rüya gibi geliyor. Benim gördüğüm bir rüya değil, rol almak zorunda olduğum, bir başkasının rüyası... Peki bizi rüyasında gören kişi uyandığında ve “utanç“ duyduğunda ne olacak?”
8) Fanny ve Alexander (Fanny and Alexander) 17 Aralık 1982:
“Dünya bir hırsızlar sığınağı ve gece indi inecek. Şeytan zincirlerini kırıyor ve kuduz bir köpek gibi dünyayı dolaşıyor. Zehirlenme hepimizi etkiliyor. Kimse bundan kaçamıyor. Öyleyse hazır mutlu olma şansımız varken, mutlu olalım.”
9) Saraband (Saraband) 10 Temmuz 2004:
“Bugünlerde ölüm üzerine çok düşünüyorum. Bir sabah ormanın içinden nehire doğru yürüyorum. Durgun, sisli bir sonbahar günü. Kesin bir sessizlik. Ve sonra kapıda birisini görüyorum. Bana doğru yürüyor. Kot bir etek, mavi bir ceket giyiyor. Yalınayak ve bana doğru yürüyor. Anna, kapıdan bana doğru yürüyor. Ve ben öldüğümü farkediyorum. Ardından garip bir şey oluyor. “Bu kadar basit miydi?“ diye düşüyorum. Hayatlarımızı ölümü düşünerek harcıyoruz.”
10) Güz Sonatı (Autumn Sonata) Ekim 1978:
“Hiç olgunlaşamadım. Yüzüm ve vücudum yaşlandı. Anılar ve tecrübeler edindim ama içimde henüz doğmamıştım bile.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder