“Tanrı ne ister? Tanrı iyilik mi ister yoksa iyi olma seçeneğini mi? Kötülüğü seçen bir insan, kendisine iyilik dayatılmış bir insandan bazı açılardan daha üstün olabilir mi?”
Edebiyat dünyası, Anthony Burgess'ın kıymetini maalesef bilemedi. Bu düşünceyi savunmamın ve konuyla ilgili her bir yazımda inatla tekrar dile getirmemin sebebi yalnızca yazarın “Otomatik Portakal” gibi kült bir romanı yazmış olması değil. Çünkü Anthony Burgess'ın hayat hikayesi, onu yarı meşhur yapan ve sadece 500 dolar gibi komik kabul edilebilecek miktarda para kazandıran bir kitap yaratıcısının başından geçebileceklerinden çok daha fazlasını barındırıyor.
Burgess, kitaplarında Tanrı'ya sık sık seslense de, söz konusu kavramı entelektüel bir varsayım olarak düşünmenin sonucuyla sorularına cevap beklemez. Yani ona göre Tanrı, insan tarafından yapılmış yararlı bir icattan öte bir anlam taşımamaktadır. İnsan, iyilik ile kötülük arasında yapacağı seçimde özgürdür ve alacağı karara yüce kabul edilen hiçbir güç (Tanrı, devlet vb.) karşı çıkamaz ya da sonucu etkileyemez. Otomatik Portakal'dan çıkarılabilecek onlarca sonuç arasından belki de en önemlisi, şiddetin, insan tabiatının vazgeçilmez bir parçası olduğudur.
“Tanrı ne ister?” En az “Hayat nedir?” kadar tehlikeli olduğunu düşündüğüm ve ucunun, bittiği yeri göremediğim bir denizin maviliği kadar açık olduğu bir soru bu. Eğer iyi olmak bir tercih yerine zorunluluk içeriyorsa, bireysel tecrübeler sonucu içimde yarattığım öze sahip olup, kararlarım ve duygularıma gereksinim duyan bu anı yaşamaya devam etmekte beni tatmin etmeye gücü yetecek herhangi bir anlam var mıdır? Niçin nefes alıp veriyorum, iyilikleri ardı ardına sıralamak ve Tanrı'nın gözünde “en iyi” sıfatına erişebilmek için mi? Gözlerimi kapattığımda aklıma çocukluğumun vazgeçilmez bir parçası olan oyuncak arabalar geliyor, hani şu belirli bir güç uygulayıp geriye çektikten sonra seçtiğiniz yöne büyük bir hız ile giden oyuncak arabalar... işte bizim durumumuz da onlara benziyor.
Burgess'ın, son cümlede Tanrı sorununu bir kenara bırakarak “Kötülüğü seçen bir insan, kendisine iyilik dayatılmış bir insandan bazı açılardan daha üstün olabilir mi?” diye sormasını şiddeti yanlış bir durum olarak görmemesi ile ilişkilendiriyorum. Hayır, sempati duyuyor demek istemiyorum, sadece insan doğasını olabildiğince açık gözler ile analiz etmeye çalışan bir dehanın sahip olduğu dürüstlük ve açık sözlülüğü kendi üslubum ile yorumluyorum.
Anthony Burgess da gayet iyi biliyordu ki, varoluşumuz gereği her birimiz aslında tercihimizi bir nebze kötülükten yana kullanmış durumdayız. Fakat bu giz, tamamıyla insansı bir korku duygusu ile kilitlenmiş kapılar ardında öylesine iyi korunuyor ki, bu gerçek ile yalnızca zaman zaman yüzleşebiliyoruz. Ben iyi biri değilim, sen de değilsin, Anthony Burgess da iyi biri değildi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder