20 Ağustos 2015 Perşembe

Ingmar Bergman ile Soru Cevap.

Bir söyleşi sırasında Kurtların Saati'ni tartışırken şeytanların varlığına inandığınızı söylemiştiniz; şeytanlara inanırken, nasıl oluyor da Tanrı'nın varlığına inanamıyorsunuz? Bu iki şey birbiriyle bağlantılı değil mi? Bunlardan biri olmadan diğerine inanmak mümkün mü? 

“Şeytanlara inanıyorum derken, elbette, bir parçacık şaka söz konusu. Bazı şeyleri adlandırma isteği...”

 Sizi rahatsız eden şeyleri mi?

“Evet, kuşkusuz. Fakat bu kesinlikle bir şaka değil, çünkü gençliğimde, çok gençken değil, diyelim, beş altı yıl, ya da on yıl önce, çocukluğuma gider, çok kötü rüyalar, bazen gündüz düşleri, bazen çok ilginç, gizemli ve tehlikeli biçimde başıma gelen şeyler görürdüm, korkardım ve bazen bir şeyi hatırlamaya çalıştığımda rüyalarım gerçek olurdu. Onun gerçekte olup olmadığını ya da rüyasını görüp görmediğimi tam olarak bilmezdim. Çok acı verici bir şeydi bu; fakat şimdi kalmadı -bunların hepsi uçup gitti.”

Yalnızlık, sizin çalışmalarınızda en sık tekrarlanan temalardan biridir. Ben bunun karakteristik bir İsveçli takıntısı olduğu izlenimini taşıyorum; yoksa ben İsveçlilere sadece sizin filmlerinizin gözüyle mi bakıyorum?

“Yalnızlığın İsveçlilere özgü, Amerikalıların, İngilizlerin tipik bir özelliği olduğundan daha tipik bir özellik olduğunu düşünmüyorum. Sanırım, bütün insan ilişkilerinin tipik bir özelliğidir bu. Benim kuşağım çok kötü bir şekilde eğitildi, psikolojik bir yalnızlığa zorladılar bizi. Yeni nesil, uzak durması gereken şeyin daha çok bilincinde.”

 Sizin filmleriniz, başka sebepler yanında, özel anlamlar yüklenmesi ve olay sayısının çokluğu ve sembolizminin fazlalığı yüzünden, yani anlaşılmaz olması yüzünden olumsuz karşılanmakta. Bu eleştirileri doğru buluyor musunuz?

Belki, fakat doğru olmamasını umuyorum; çünkü seyircinin anlayabileceği bir film yapmak, bir sinema yönetmeninin en önemli görevidir. Fakat aynı zamanda en zor olanıdır. Özel filmlerin yapımı nispeten kolaydır: Fakat ben bir yönetmenin kolay filmler yapması gerektiğini düşünmüyorum. Yönetmen yaptığı her başarılı filmle izleyicilerini biraz daha ileriye taşımalıdır. Biraz gayret göstermek halk açısından iyi bir şeydir. Fakat bir yönetmenin de filmini kimler için yaptığını hiçbir zaman unutmaması gerekir. Yine de, benim filmlerimden filmlerimden birini izleyen birinin o filmi kafasıyla değil, kalbiyle anlamasını tercih ederim. Önemli olan budur.

Kendi kendinizi yetiştirdiğinizi söylüyorsunuz, fakat şurası da kesin ki, çok sayıda yönetmenin de sizin üzerinizde belli bir etkisi vardır?

“Başka yönetmenlerin sanat tarzlarının etkisinde kalmadım. Fakat bu etkiler özellikle de birinin sanatından gelen etkiler değildir. Etrafınızda yaşanan bir şeyden etkilenebilirsiniz; örneğin, benim kendi adıma büyüleyici bulduğum modern fotoğrafçılıktan, televizyon röportajından, pop müzikten. 
 Hayat tarzının hepsi etkiler insanı. 
Fakat sinema yönetmenleri benim üzerimdeki en küçük etkileri bile görüp ortaya çıkarırlar. Çünkü ben dünyayı onların gördüğü gözle görmüyorum. Kendi yarattığım sonuçlara kendi tarzımı uygulayarak ulaşıyorum.
Başkalarının ifade etme araçlarına ihtiyacım yok.
Doğal olarak, genelde film yapımıyla ilgili yeni tarzlardan, filme yönelik duygudan etkilendim; çünkü aslında orada, örneğin, ışık etkisine ihtiyaç yoktur ve karmaşık ekipmanlar olmadan da etkin sonuçlar alabilmektesiniz. Bu şekilde, kolay olduğundan -çalıların arasına bir kamera yerleştirmek yeterli olduğundan- bir anlamda, filmin köklerine geri dönmeniz mümkün olmaktadır. Ben hep bunu yapmayı uygun buldum. Bir bölgenin teknik kapsamının bütünü benim ilgimi çeker.
         
 Deniz kıyısında oturan yaşlı bir adam için alışılmamış ölçüde ağır bir iş yükünüz var. Filmler konusunda yaptığınız gibi, yakında tiyatrodan ayrılma vaktinin de geleceğini düşünmüyor musunuz?

“Onu da düşüneceğim. bu kesinlikle gerekli. Mutlak özgürlük olarak gördüğüm şeyin, günün herhangi bir saatinde koltuğuma oturup, okumuş olmanın beni mutlu edeceğini düşündüğüm bir kitabı okuyabilmenin keyfini çıkarmayı dört gözle bekliyorum. Koca bir kitabın okunması çok zor bir iştir; okuduklarım üzerine düşünmem, altını çizmem, notlar almam gerekiyor. Sonra, film izlemek, yürüyüş yapmak, gazete okumak, bir şeyler yazmak. Bütün bunlar tiyatro çalışması yapmak kadar motive edici ve keyif verici, çalışma konusunda üzerimdeki ağırlığını ciddi şekilde hissettirmeye başlayan bir talep de var.”

Shargel, R. (2008). Sinematografi insan yüzüdür - Ingmar Bergman. İstanbul: Agora.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder