Serin ancak güneşli bir 29 Ekim sabahı, Mudanya'da banklar henüz işgal edilmemiş ve belli belirsiz insan gürültüleri arasında açılan dükkanlar, yeni bir iş gününü ve bayramı karşılamaya hazırlanmakta. Denizin hırçın dalgalarında gizlenen sakinliği, gözü sonsuz maviliğe takılan ve hem bakmayı, hem de görmeyi bilen kimseler için büyük bir keder kaynağı olacak.
Bugün, şimdiye kadar yaşayıp yaşamadığından bile emin olamadığın hayatının çok özel bir günü olabilir. Ancak bu ihtimalin varlığından haberdar olduğun halde aklına getirmemeyi, ciddi ve karamsar duruşundan taviz vermemeyi tercih ediyorsun. Çünkü sen hayatının hamurunu, tüm beklentilere karşı çıkmayı seçmek ile yoğurdun.
Yarım saate yakın bir araba yolculuğu, şiddeti her geçen dakika yükselen kalp atışları, titreyen eller, konuşmak için yoğun bir çaba harcarken yutulan kelimeler... Aklından geçenleri dile getirmemek için üstün bir gayret gösterdiğini biliyorum ama hayır, bugün o rezil hayatını sorgulamayacaksın.
Aylar öncesinden planlanan yere, yine planlanan zamanda varıyorsun. Çok geçmeden gözlerin sevgiliye ulaşıyor bile.
Bekliyor; ayakta dikilip, etrafı tedirgin bakışlarla tanımaya çalışmasında bazı anlamlar gizli, tüm bunlar seni sevdiği ve değer verdiği için! Sadece bu manzarayı görmen bile günlerce kendini mutlu ve değerli hissettirmeye yetebilir. Utanılacak veya kötü hissedilecek bir şey değil bu. Diğer insanların sahip olduklarına nispeten daha farklı bir düzende çalışan duygu mekanizmana alışmayı ve onunla sağlıklı bir şekilde yaşamayı bir süre önce öğrendin.
Atılan ürkek adımlardan sonra beceriksiz bir sarılma eylemi, birbirlerini kavramaya çalışan eller ve sürekli bir utangaç yüz ifadesi... Aklından geçenleri dile getirmemek için üstün bir gayret gösterdiğini biliyorum ama hayır, bugün o rezil hayatını sorgulamayacaksın. Çünkü uzun bir zamandan sonra ilk defa bu kadar mutlu hissediyor, sorgulamak ve duraksamak istemiyorsun.
İlk buluşma, ilk göz teması, ilk dokunuş ve ilk öpücükten sonra iskeleye en yakın noktada bulunan ve artık anlatabilecek hüzünlü bir hikayeye sahip bir banka doğru yürüyorsunuz.
-“Çok bekletmedim umarım.”
-“Yok, hayır. Ben de az ilerideki parkın banklarında oturmuştum biraz.”
-“Öyle mi, ah, iyi yapmışsın.”
Çoğu zaman sözcüklere dayalı olmayan iletişimi tercih ettiğinden dolayı henüz ilk buluşmada kötü bir izlenim bırakacağın ihtimali zihninde dolaşmaya ve her sessizlikte de güç kazanmaya başlıyor. Kötü hissetmeye başladığını belli etmemeye çalışırken, çareyi gözlerini sık sık sonsuz maviliğe kaçırmakta buluyorsun.
Biraz sonra, yurt dışındaki torununa mesaj atmayı beceremediği için yardım dileyecek beyaz saçlı, kısa boylu, sevimli mi sevimli bir anneanne yanınızda belirecek. Sevgili olup olmadığınızı soracak, sayısız teşekkürler ile yanınızdan ayrılacak.
29 Ekim gününün akşam üzeri, ara ara anlamsızca sırıtan bir yüz ifadesi ile evine yürüyorsun. İçinden geçip herhangi bir açıklama yapamadıkların ilk defa dile geliyor: “Sevgi, umutsuzluğu yenmiş; karamsar dünyaya nihayet bir anlam ve bir amaç gelmiş!”
“Sahip olabileceklerim arasından en iyisine sahibim.” Bu anlamlı cümle, ilişkinin geride kalan her gününde zihnini meşgul ediyor; kimi zaman paylaşıyor, kimi zamansa içinde yaşamayı tercih ediyorsun. Günler haftaları, haftalar ayları kovalıyor.
“Tavırların o kadar uzaktı ki, beni beğenmediğini düşünmüştüm.” Aylar sonra böyle bir itiraf ile karşılaşıyor, önce şaşırıyor, sonra hüzünlü bir ifade ile O'na hiçbir zaman söyleme fırsatı bulamadığın (ve bulamayacağın.) şu düşünceleri içinden geçiriyorsun:
“Seni beğenmemek, böyle bir şey mümkün olabilir mi? Uzun, düz ve siyah saçlarındaki ahengin büyüsüne, gözlerindeki yaşam sevgisine, her bir hareketindeki naifliğe kapılmamak? Yanındayken her bir saniyesini seni tecrübe ederek geride bırakmak istediğim dünya ile senden ayrıldığımda duyanlarının duymayanlarından az olduğu o yaşam gürültüsü altında ezildiğim dünya arasındaki uçurumda yaşamamı sürdürmeye çalışmak için olağanüstü bir çaba harcarken, seni beğenmemek mümkün olabilir mi?”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder