En köhne sokakların bile başında etrafa aydınlık saçan bir sokak lambası olduğu düşüncesi aklına tekrar uğradığında gözlerini kırpıştırmaya ara vererek birdenbire durgunlaştı. Bu ani tepkisizliği son zamanlarda çok kez yaşıyor, uyumsuzluğu, dağınık olmamasına her zaman dikkat ettiği bir çalışma masası barındıran küçük odasını aşarak çevresindeki insanlar ile kurduğu ilişkilerde onu anlaşılması zor biri yapıyordu. Öncelerde çözümü sorgulamak ve öfke duygusu beslemekte bulmuş, ancak zamanla bunun yersiz bir çaba olduğunu farkederek en sonunda kendini olduğu gibi kabullenmeyi öğrenmişti. Düşüncelerine bir kez daha yenildiğini hissettiği sırada zayıf yanaklarından ağır ağır süzülmeye başlayan gözyaşları sanki yalnızca kendisi için değildi; hepimiz içindi.
Bir süre dinlendirdiği gözlerini tekrar açtığında kendini evinin yakınlarında bulunan ve sık sık ziyaret ettiği denizin, manzarasının en görkemli olduğu yerinde buldu. Şaşkın bakışlarla bulunduğu yerin gerçekliğini teyit etmeye çalışırken tıpkı sessiz geceye çöken karanlık bir hüzün gibi kayalara yavaşça yaklaştı ve oturdu. Avucunu çenesine dayadığında siyah ve küçük gözleri çoktan boşluğa dalmış, zihni, peşini bir türlü bırakmayan düşünceler ile boğuşmaya başlamıştı bile.
Denizin huzur veren havasının, gökyüzünün tabloları anımsatan doğal güzelliğinin ve orada aynı gökyüzüne baktığı tüm canlıların varoluşlarını kusursuz bir ahenk ile devam ettiriyor olmalarının rüyasının bir parçası olduğundan emindi çünkü hem bu akşam hava aslında fırtınalıydı, hem de gözlerini dinlendirmeye karar vermeden önce odasından dışarı bir adım atamayacak kadar yorgun hissettiğini iyi hatırlıyordu. Ayrıca ağladıktan sonra uğrayan uykunun insana ne kadar tatlı geldiğini de iyi bilirdi. Şuan tecrübe ettiği, bu tatlı uykunun güzel bir yanılsaması olsa gerekti.
Hırçın bir dalganın sahili dövmesi üzerine gözleri önce denize, sonra da biraz uzaktaki eğlenen insanlara takıldı. Neden yaşam hakkında düşünme, eleştirme ve değerlendirme zahmetlerine katlanan bir tek kendisiymiş gibi geliyordu? Şayet dünya üzerinde bir kutsallık söz konusuysa eğer, neden hissettiği melankolinin amaçsız olmadığı ya da yazgısının bu acıyla mücadele etmek üzerine olduğu kulağına fısıldanmıyordu?
Güneşin parlak sarısının yerini akşam üstü kızıllığına bırakmasıyla birlikte cebinde taşıdığı gözyaşlarının da hareket etmeye başladıklarını farketti. Ve “düş içinde gerçekler”in en sonuncusunu yaşamak için, artık sonsuz bir karartıya benzeyen denize doğru ağır ancak cesur adımlarla yürüdü.
Yalnızlığımızın içerisinde yalpalanıp gidiyor, birilerinin bizi anlaması için melül melül bakakalıyoruz. Anlaşılamadığımızı anladığımız an ise, yüzümüze takındığımız buruk ve ihtiyar bir gülümseme ile ellerimizi ve ayaklarımızı, arasında boşluk kalmayacak şekilde birleştiriyoruz. Gözlerimiz yere değdiği vakit, hayatın olabildiğince nükteli olduğunu anlıyoruz. Belki de dünya sancısı dediğimiz şey, hayatın nüktedanlığından ibarettir. Oysa bazı kimseler için hayat, armanonikasında doğaçlamalarla melodi yaratmak kadar olağan.
YanıtlaSil